‘İnsan, öğrenmeyi bıraktığında yaşlanır.’ ben bu söze ve türevlerine katılıyorum.
Bir gazeteden haberinden, televizyondan, bir arkadaştan, radyodan her gün bir sürü şeyler öğreniyoruz ve zihnimiz bu yeni bilgiyi depoluyor, sentezliyor ve harmanlıyor önceki bilgilerle.
İlk araba kullandığınız zamanları düşünün, ilk yazı yazdığınız zamanları ya da ilk dolma yemeğinizi. Acemi, heyecanlı ve hataya açıktık; sonra zaman geçti artık otomatik hale geldi bu işler. Aslında o hale gelmesinde bizim sürekli adım daha fazlasını yapmamız, içimizdeki motivasyon ve defalarca tekrar etmemiz vardı.
Sonrasında zihin çok da kendini yormadı. Sadece araba kullandı,3-5 yemek daha öğrendi, yazısı hızlandı belki de çirkinleşti. Bu noktada zihnini daha da genç tutanlar ve geliştirenler de oldu tabi. 3-4 dili yazıp konuşabilenler, motosiklet-bisiklet-tekne sürenler, mutfak portföyünü çok geliştirenler de oldu. Kimi insanlar asgari şeylerle yetindi, kimileri ise standardını zorladı.
‘Sevdiğin işi yaparsan, ömür boyu çalışmazsın.’ sözü de tam bu noktada devreye giriyor. Ama bir şeyleri sevip sevmediğinizi bilmek için önyargısız deneyimlemek lazım öncelikle.
Tolstoy ona hediye edilen bisikleti kar beyazı sakalıyla 67 yaşında sürmeyi öğrendi. 67 yaşında bisikleti öğrenmesinden esinlenerek “Tolstoy’un bisikleti” denilen bir kavram oluşmuş, “hiçbir şey için geç değil” anlamına gelen bu söz aslında bizler gibi 60’ları yaşlılık olarak gören bir halk için tam duvara asmalık.
YORUMLAR