Antakya’da Kültür ve Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı Atatürk ve Harf Devrimi/M. Şakir Ülkütaşır Mustafa Kemal 1 Kasım 1928’de Harf İnkılabını gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün gerekçeleri, Sarayburnu konuşmasında net bir şekilde ifade edilmiş. Yunan alfabesi Yunan diline, Çin harf sistemi  Çin diline uygundu; ama Osmanlı’nın kullandığı Arap harfleri Türk diline uygun değildi, Türkçeye tamamen yabancıydı. Harf Devrimi yapılırken Türkiye’de okur-yazar […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı

Atatürk ve Harf Devrimi/M. Şakir Ülkütaşır

Mustafa Kemal 1 Kasım 1928’de Harf İnkılabını gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün gerekçeleri, Sarayburnu konuşmasında net bir şekilde ifade edilmiş.

Yunan alfabesi Yunan diline, Çin harf sistemi  Çin diline uygundu; ama Osmanlı’nın kullandığı Arap harfleri Türk diline uygun değildi, Türkçeye tamamen yabancıydı.

Harf Devrimi yapılırken Türkiye’de okur-yazar oranı yüzde 10’un bile altındaydı. Osmanlı aydınları 1800’lerden beri alfabe değişimini sürekli tartıştı.

Atatürk, İstanbul Sarayburnu’nda yazı devrimini müjdeleyen konuşmasını 09 Ağustos 1928’ de yapmıştı. Yani Harf devriminden 20 gün önce.

“Arkadaşlar! Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahengi zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz…

Yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir içtimai heyetin yüzde sekseni okuma yazma bilmez. Bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış ve iftiharla tarihini doldurmuş bir millettir…”

Atatürk ve Harf Devrimi,  M. Şakir Ülkütaşır’ın yapıtı. Doğumunun 100. Yılında Atatürk’e Armağan olarak hazırlanmıştır. Eserde, harf devriminden önce imla meselesi kısaca açıklandıktan sonra, Atatürk’ün yeni Türk Harflerini kabul etmesi ve uygulama döneminde geçen aşamalar anlatılmaktadır.

KONUK YAZAR

ŞAİR, DİLİNE SEVDALI  KİŞİDİR/SABAHATTİN YALKIN

         Şiir, dil içinde bir uğraş… Eğer Türkçe yazıyorsanız, ilkin Türkçeyi sevmeyi, onu zenginleştirmeyi, güzelleştirmeyi, egemenleştirmeyi amaçlayacaksınız. Biliyoruz ki, öve öve göklere çıkardığımız Divan Şiiri, Arapça, Farsça, Türkçe karışımı, melez bir dildir. O dönemin dili, kirlenmiş bir Türkçedir. Osmanlıların üst düzey insanlarına seslenir. Ki o insanlar Türkçe kadar, Arapça ve Farsça da bilirler, anlarlar. Seçkin, eğitimli, ayrıcalıklı, dinsel ve yönetsel erg içinde yeralan kimseler… Divan şairlerinin çoğu, ya Saray’a, ya Ağalara, ya da tekkelere kapılanmışlardır. Avantadan geçinirler. Bunun için bir toplantıda, “ Gül” sözcüğünden usandığımı, bu sözcükten rahatsız olduğumu, 2000 yılından sonra hiçbir şiirimde “ Gül “ ü kullanmayacağımı, içinde “ Gül” geçen şiirleri okumayacağımı söyledim. Her “ Gül” sözünün Osmanlılara en az bir altına mal olmuş olabileceğini ekledim. Hem şimdilerde, “ Benim gülüm, gonca yanaklım ! “ diye sesleneceğimiz hangi kadın bizi ciddiye alır, sevdamıza inanır ki …  Selvi boyluymuş, sırma saçlıymış, badem gözlüymüş … Geçti bu tür  yalakalıklar…  Hele şiirlerde artık çok yavan…

      Evet, ilkin dilimizi hilesiz seveceğiz. Şairlik ve şiir buradan başlar. İtalyan Dante, Kutsal Komedya’ da İtalyacaya yeni boyutlar, zenginlikler kazandırmıştır. Alman Goethe Faust’ da Alman diline güç katmış, Almancayı daha da varsıllaştırmıştır. Unutmayalım ki dili yeterli olmayan ülkelerde büyük düşünürler yetişmiyor. Anadolu’da bin yıldır bir filozof ( düşünür) yetişmemesini burada aramak gerek. Çünkü bu süreçte bir dil kargaşası yaşanmaktadır Anadolu’da. Araplar ve İslam Öğretisi kendi dil ve ekinini ( kültürünü)  dayatmıştır. Doğu’dan gelen büyük kütleler Fars kültüründe yetişmişlerdir. Kendimize mal ettiğimiz Mevlana İran’dan , Belh kentinden gelmiştir. Mesnevi’sini Farsça yazmıştır; Türkçesi şiir yazacak düzeyde değildir;zayıftır. Hacı Bektaş da İran taraflarından (Belh), komşu yörelerden gelmiş, ancak Türkçeyi sahiplenmiştir.Her ikisi de İslam Öğretisi içinde raksa, şiire, müziğe, gizli de olsa keyf verici maddelere yer vermiştir. Onlarda en önemlisi İnsan- Tanrı bütünleşmesi diye özetleyebileceğimiz Tasavvuf Düşüncesi odağında, Anadolu düşün yaşamının değişik biçimlenmelerini görüyoruz. Bu düşünce doğrultusunda, uç noktalarda  “ Enel Hak ! “ diyebilen  Hallacı Mansur, Nesimi gibi çarpıcı kişilere ulaşıyoruz.  Trakya taraflarında yetişen Şeyh Bedreddin pek gelişmiş olmasa bile, zamanında  emek- insan ilişkilerini düşünebilmiştir.

Halk edebiyatımızın kökü, tekke geleneği içinde biçimlenmiştir. Tekkeler , o dönemin bir tür okulları, üniversiteleridir. Tekkelerin başlarındaki şeyhler, şimdiki Rektörler gibidir. Yunus Emre tekkelerde yetişmiştir. Şeyh Edebali, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Pir Sultan Abdal

birer rektör özellikleri taşırlar. Mevlana Fars dili içinde yetişmiş, Türkçesi yeterli değildi. Diğerleri Türkçeye yürekten bağlı kalmışlardır. Bu dil Osmanlılarca tutulmamış, tam tersine horlanmıştır. Tekkeler sözlü şiir geleneğini aşıp yazma düzeyine pek çıkamamışlardır. Onun için Halk edebiyatımız, halk şiirimiz, bir takım klişe ve kalıp sözcükler içinde durağan bir yapıda kalmış,  kendi kendini boyutsuzlaştırmış, birbirinin örneği olmaktan öteye gidememiştir. Günümüze gelinceye dek, belirli, kısıtlı sözcük dağarcığı içinde, halk şiirimiz çoraklaşmış,  bir başka deyişle köylüleşmiştir.Cumhuriyetle başlayan Türkçeyi kirlilikten kurtarma, zenginleş-tirme, özgürleştirme, özerkleştirme çalışmaları tam meyvelerini vermeye başladığı bir dönemde, yaşayan Türkçe, sokak-Pazar Türkçesi, gelenek görenek derken, bir de dış ülkelerin teknolojik dayatmaları, dilimizde yeni bir kaos yarattı. Bunlar gerçekte aşılması mümkün durumlar. Ancak son bir iki yıldır, Türkçe yazan şairlerimiz, Türkçe yazdıklarını unutmuşcasına, şiirlerine yabancı dillerden, özellikle gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerden, İngilizce’den,sözcükler sıkıştırmaya başladılar. Bunlar bir iki deneme olsa neyse, şimdilerde özellikle yapılmaya başlandı.Bunun yanında, dinsel öğreti içindeki bazı kalemler, Kuran’dan Arapça sözcükler yerleştiriyorlar şiirlerine. Kürtçe bilenler de Kürtçe sözcükleri harmanlıyorlar. Şimdi bunlar ne oluyor ? Ne Türkçe, ne Arapça, ne de Kürtçe … Al sana başka bir melez dil … Daha doğrusu bilerek ya da bilmeyerek Türkçeyi bozma girişimleridir bunlar. Onlara önerim, en iyi bildiğin dilde yaz şiirini, demek olacaktır. Arapça, Kürtçe, Sanskritçe, Sümerce … İşin ilginç yanı, bu tür şiirlere birçok ciddi derginin yer vermesi … Dergiler yetmezmiş gibi şiir yıllıkları da bu tür şiirlerden geçilmiyor. Korkarım bu da küreselleşmenin Türkçe özeli …

      Nazım Hikmet Rusça biliyordu; bildiği başka diller de vardı. Binlerce dize yazan bu şairimiz, Türkçenin  dışında  neden yazmadı ? O güzelim dizelerine neden başka dillerden sözcükler karıştırmadı. Kaldı ki o şiir cambazı isteseydi bu işi çok da ustaca yapardı. Ama yapmadı. Çünkü O dilini, Türkçeyi hilesiz seviyordu. Bulgaristan’da Türkleri ziyaret ettiğinde, yatıp kalkıp oradaki soydaşlarına, oradaki yoldaşlarına ne diyordu, biliyor musunuz ? “ Aman Türkçe, aman Türkçe…Türkçe’den vazgeçmek yok! Evet, öyle diyordu Nazım … Bu Türkçe sevdalısı şaire, vatan haini dendi, Polonya göçmeni dendi, Alman kırması dendi, komünist dendi, satılmış dendi, kadın delisi dendi … Ama dostu, düşmanı, yabancısı, Türkü, Kürdü, Arabı, dinlisi, dinsizi, herkes O’na hep Türk Şairi, Büyük Türk şairi … dediler. Çünkü başka diyemezlerdi. O sadece Büyük Türk şairi değil, aynı zamanda Türkçe’ nin de Büyük Şairi idi. Bu arada Türkçeyi etinden, soluğundan ayrı düşünemeyen Dağlarca’yı anmadan geçemeyeceğim.

       Şairlerde dil sevgisi, giderek 10-15 sözcüğü geçmeyen, benim “ Şairin Odak sözcükleri “ dediğim sözcüklerde yoğunlaşır. Şiirlerini bu sözcüklerle örer; onları sık sık kullanır. Bu durum çoğu kez şairin kişiliği ile özdeşleşir ; o sözcükler, adı yazılı olmasa da onu ele verir. Odak sözcüklerini bulamamış şairler, iyi şiire zor ulaşırlar. Çünkü kişilikleri daha oturmamıştır; arayış içindedirler. Bazı şairlerde bunun tam tersi, bazı sözcüklere soğuk bakma, soğuk durma var. Örneğin ben ruh – irin – kanser – kardelen – naif – asansör…  gibi sözcükleri kullanmak istemem şiirlerimde . Bunun yanında güneş tayfındaki yedi asal renk dışında kalan, haki, gri, eflatun, bordo, roza, taba … gibi sözcüklere  de soğuk dururum. Moda sözcüklerden kaçarım. Herkesin kullandığı sözcüklerden de fazla haz duymam. Osmanlı kokulu “Gül” sözcüğünü oldum bittim sevmem.

        Gerçekte bir dilin zenginleşmesinde en donanımlı kimseler şairlerdir. Çünkü, şiir dili imgelerle doludur; şair sözcüklere yeni anlamlar yüklemeye çalışır. Sözlüklerdeki durağan yapıdaki sözler, şiir içinde başka başka çağrışımlar getirir, yeni bir devinim kazanırlar. Bu bakımdan şairler, yeni sözcükler üretmede, yeni sözcükler türetmede, en şanslı kimselerdir. Kanımca şairlerin bir görevi de, dile yeni sözcükler kazandırmalarıdır. Gönül ister ki, şair her şiirinde yeni bir sözcük sunabilsin okuruna. Tutar, tutmaz o ayrı bir durum;  ama denesin. Türkçeyi seviyorsak, onu zenginleştirmemiz gerekir. Dili güçlü ülkeler, tehlikelerle dolu dünyamızda ayakta kalabilme şansına sahiptirler. Düşünce dilden geçer; dili olmayan ulusların düşünce adamları da olmuyor, sanatları da…  Uygarlık arenasında bakıyoruz, ağırlığı, saygınlığı olan Uluslar, dillerini zenginleştirmişler, sağlam bir yapıya oturtmuşlar, yabancı dil kirliliğinden  arındırmışlardır.

        Dünyamız küreselleşme furyası içinde yeni paylaşımlara, yeni kavgalara gidiyor. Kapitalist güçler, emperyalist emeller peşinde dişlerine göre ülkeler aramakta. Batı, Doğu’yu yeniden yutma yollarını aramakta. Eğer Dünya, ABD’nin Irak’ta yaptığı haksızlığın hesabını soramıyorsa, ABD’yi cezalandıramıyorsa, daha büyük belaları da hak ediyor demektir. Şiir, haksızlığın yanında olamaz. Şair de…

HAFTANIN ŞİİRİ

TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK7Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Seslenir seni bana “sonsuz”

Der ki çoğal,

Der ki uzun mutluluğuna

Usun iyiliğin doğruluğun,

Bir bilinmeyenden bir bilinene dek

Türkçe, var olduğumuz.

Türkçe, nice desem seni,

Onca güzelim.

Görünmek derinleşmek,

Dolmak;

Seni düşünürüz düşünürüm, yarı karanlıklarda, dal,

Anlarım onca.

Bir bölü beş, bir bölü dokuz,

Bir bölü bin üç!

Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır,

Ta doğudaki balık,

Duyar kokusunu

Ta batıdaki yoncanın.

Seslenir seni bana yakın uzak,

Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline,

Tutsak uluslar var ya geceler boyu

Onlar için

Yitik özgürlükler için,

Türkçe, haykırmak

O süre yaradılış dar iken

Düz iken, yassı iken,

Daha’lar

Daha’lar

Daha’lar daha’lara karışmış,

Sınırlığın getirmiş yarınları.

Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta,

Diyemez iken,

Artısı eksisi almış götürmüş

Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını

Sıcak uzun,

Bir kişiler geleceğine.

Seslenir seni bana bir duru su

İçinde masallar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara,

yankılanır

Alandan alana, uçsuz bucaksız,

Evrenden akınlarının uğultusu.

Ama bağışla beni unutmuş;um,

Yıldızı güneşini ayını, utanmadan.

Öyle köksüz günlerim gelmiş bozkır çadırlarından

çırılçıplak,

Unutmuşum ana demesini bile,

Öykünmüştüm türküsünü ellerin,

Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni.

İşte and içiyorum,

Bütün ölüler adına

Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına,

Varacağım deyişine gündüz gündüz,

Varacağım tanrıya dek,

Soluğumda soluğun

Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,

Nere gitsem bulur beni arınmış.

Bir çağ ki akar ötelere,

Bir ak … ki yüce atalar, bir al … ki ulu oğullar,

Türkçem, benim ses bayrağım

HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ

Gazeteci-Yazar Ahmet Tulgar yaşamını yitirdi

Bir dönem gazetemiz Evrensel’de de köşe yazıları yayımlanan Gazeteci-Yazar Ahmet Tulgar 63 yaşında hayatını kaybetti.

Gazeteci-Yazar Ahmet Tulgar 63 yaşında hayatını kaybetti. Tulgar’ın evinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtildi. Tulgar, gazetemiz Evrensel’de de bir dönem köşe yazıları kaleme almıştı.

Tulgar’ın Twitter hesabından yaptığı son paylaşım ise dün yaşamını yitiren Halit Kıvanç’a dair oldu. Tulgar, Kıvanç’ın ölümü üzerine daha önce Gazete Duvar’da kaleme aldığı “Halit Kıvanç: Türkiye’nin ömürlük sesi, Türkçenin sivil neşesi” başlıklı yazıyı paylaşmıştı.

Tulgar 22 Ekim’de de Billur Kalkavan’ın ardından paylaştığı sosyal medya mesajında şu ifadeleri kullanmıştı: “Hayatın geleceği olarak ölüm, gerçekleştiğinde aşama olmaktan çıkar ve hayatın dışında bir yerde, yani hiçbir yerdedir artık. İşaret edilen ölüm dışında bir ölüm yoktur. Hayat vardır. Bili’yi de sevenleri hayatıyla, hayatta, hayatla hatırlayacak…”

Arjen Arî ölümünün 10. yılında mezarı başında anıldı

Şair Arjen Arî, ölümünün 10. yılında Diyarbakır’daki mezarı başında anıldı, ailesi ve sevenleri mezarına karanfil bırakıldı.

Modern Kürt Edebiyatı’nın öncü ismi şair Arjen Arî, ölümünün 10. yılında Diyarbakır’daki mezarı başında anıldı.

Anmaya ailesinin yanı sıra pek çok Kürt yazar ve sevenleri katıldı. Arî’nin mezarına ailesi ve sevenleri tarafından karanfil bırakıldı. Anmada söz alanlar Arjen Arî ile ilgili duygularını ve anılarını paylaştı.

Arjen Arî’nin şiirinden* bir kısım okuyan Sor Yayınları temsilcisi Reşo Ronahî şunları söyledi: “10 yıl oldu Arjen Arî aramızdan bedenen ayrılalı ama şu göğsümüzdeki fotoğrafında da yazıldığı üzere hep kalbimizde. Okuduğum şiirde de söylediği üzere onun ölümünden sonra da Kürt halkına saldırılar sürdü. Şiirlerinde hep bir dağ imgesi aradığını söylemişti Arjen Arî. ‘Dağ gibi ayaktayız, direnmeye devam ediyoruz’ diyordu. Onun direnişe davet eden şiirlerini dilden dile yayacağız ve bu şiirlerle direnmeye devam edeceğiz”

Ardından Arjen Arî’nin kardeşi Necla Akkay, “Onun ölümünden sonra çok şey oldu, çok kötü şeyler oldu. Bazen bunca ölüm ve kıyımı görmediği iyi oldu diyorum. 10 yıl oldu ama hala konuşamıyorum ona dair. Çok özlüyorum onu. Bizi böylesi bir günde yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederim” dedi.

*

Hoş gelesin ölüm

bu topraklarda sevgiyse eğer yaşam

en hasından bir tutkudur bizimki

altı üstü feda edecek bir canımız var

onu da ister bu gün al, ister yarın

hoş gelesin, ey ölüm (Diyarbakır/EVRENSEL)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin sahiplerini açıkladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin sahiplerini açıkladı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ni almaya hak kazanan isimleri, sosyal medya hesabından duyurdu.

   Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin sahiplerini açıkladı

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ni almaya hak kazanan birbirinden kıymetli sanatçılarımızı, ilim ve kültür insanlarımızı en kalbi duygularımla tebrik ediyorum. Vefa Ödülü sahibi büyük halk ozanımız Aşık Veysel’i rahmetle yad ediyorum” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ne; müzik alanında Ajda Pekkan,

Resim alanında Süleyman Saim Tekcan,

Sinema alanında Yılmaz Erdoğan,

Tiyatro alanında Ayla Algan,

İlim-kültür alanında Hayreddin Karaman,

Edebiyat alanında Yavuz Bülent Bakiler,

Karikatür-animasyon alanında Varol Yaşaroğlu,

Gastronomi alanında Ömür Akkor ve Emre Akkor,

Dans-bale alanında Tan Sağtürk,

Mimari alanda Hilmi Şenalp,

Zanaat alanında Sevan Bıçakçı,

Geleneksel sanatlar alanında Gülbün Mesera,

“Vefa Ödülü”ne ise Aşık Veysel değer görüldü  (Cumhuriyet)

Akademisyen yazar Prof. Dr. Erol Manisalı vefat etti

Gazeteci, yazar ve akademisyen Prof. Dr. Erol Manisalı, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Manisalı, bugün sabaha karşı tedavi gördüğü Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde vefat etti.

Uluslararası iktisadi ve siyasi ilişkiler ile Türkiye-Avrupa ilişkilerinde uzmanlaşan Manisalı’nın, 40’ın üzerinde kitabı bulunuyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Manisalı’nın vefatı nedeniyle eşi Nuriye Manisalı’yı telefonla aradı. Kılıçdaroğlu, Erol Manisalı’ya Allah’tan rahmet, ailesine de başsağlığı diledi.

DEĞERLERİMİZ

İsmail Cem Doğru

İsmail Cem Doğru (Hatay, 7 Haziran 1975) Türk şair ve edebiyatçıdır. Hatay’ın Samandağ ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimimi Hatay’da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için İstanbul’a gitti. Eğitimini Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nde tamamladı.

Şiirleri ve yazıları Varlık, Yasakmeyve, Öteki-siz, Patika, MorTaka, Cumhuriyet Kitap, Yaratım, Akatalpa, Damar gibi dergilerde yayımlandı. 1993 yılından başlayarak çeşitli radyolarda kültür ve edebiyat içerikli programlar yaptı.

2005 Rıfat Ilgaz şiir yarışmasında Başarı Ödülünü aldı.

Kitapları

Antoloji Şairleri Seçkisi 2004 Varlık Yayınları/Cep Kitapları

Ara – Şiir – 2016 Mühür Yayınları

Orhan Veli / Unutabilmek Maviler İçinde – Biyografik Roman

Bay Aksi – Mizah – 2019 Mühür Yayınları (Vikipedi, özgür ansiklopedi)

AYRILIK HATIRASI/İSMAİL CEM DOĞRU

Gecenin siyah yağmuru

Sarmıştı dört yanımızı

Biraz ağlamaklı

”Ayrılmalıyız” dedin.

Ayrılmalıyız kızıl nefer!

Ve ben neden diyemeden

Gökyüzü çaktı flaşını

Gece, yapraksız ağaç ve ıslak ten

İşte ayrılığımızın fotoğrafı….

OKUMA ÖNERİLERİ

  1. Edebi İlişkiler/ Doğan Hızlan/İş bankası
  2. Özlenen Şehirler/Prof. Dr. Mustafa İsen/Muhit Kitap
  3. Kur’an İle Aldatmak/ Cemil Kılıç/Kırmızı Kedi
  4. Yaklaşan Kasırga/ Levent Gültekin/Doğan Kitap
  5. Tiyatroda Ayna Var/ Üstün Dökmen/ artshop

Exit mobile version