Siyasal islamcı anlayış temsilcileri, bağlı oldukları “davalarının” ideolojik ve kültürel kodları ile şekillenerek süregelen tarihsel mirasının taşıyıcıları olarak; BARIŞ ı konuşurken dahi, taşıdıkları tarihsel mirasın temel aldığı “kapsama/ dışlama”; “süreli makbul öteki/ daimi öteki” ayrım ve kabulleriyle davranıyor!
Barış konuşulurken dahi; bilinçli ya da “sehven” yapılan açıklamalar ile bu topraklarda, asıl özne (Türk/İslam-Sünni) kabul edilenin, “ötekisi” konumundaki (başta Aleviler) olanların, acılarının, katliamlarının şekillendirdiği tarihsel /güncel hafızasına, çarpıtılmış tarihsel bakışlarla sondajlar yapılıyor!
Bu topraklarda; kimin kiminle, hangi temellerde, hangi anlayış ve nasıl bir miras üzerinden barışacağına karar verme erkinin verdiği güç ile barışın ve kardeşliğin “daimi dışlanan öznesinin” de kim (Aleviler) olduğu da (yeniden) hatırlatılmış oluyor!
Böyle mi barışılacak, böyle mi birlik ve kardeşlik sağlanacak bu topraklarda?
Tarihsel ve (dolaylı olarak) güncel ‘daimi ötekinin’ kim olduğunu asla unutturmayan “örtülü hafıza” diri turularak, birlik ve kardeşlik sağlanabilir mi?
Numan Kurtulmuş’un “Bin yıllık kardeşlik” ve “Türk-Kürt ittifakı” vurgusunda bulunurken sözü Şah İsmail’e getirerek, ona karşı Yavuz Sultan Selim ve İdrisi Bitlisi ittifakının övmesi, bu ittifakın döneminde Anadolu’daki Alevi topluluklara yönelik katliamları meşrulaştıran bir başarı ve birlik örneği olarak sunması, hangi bilimsel gerçekliğie dayanan tarihsel anlayışa sığabilir? Hangi barışa hizmet edebilir?
Oysa BARIŞ: barış, “sıcak bir savaşın, kavga ve çatışmanın olmadığı durum” demek değildir.
“Savaşmama / sıcak çarpışma içine girmeme, düşmanlığı geçici bir süreliğine askıya alma konusunda yapılan resmi bir anlaşma” da değildir. Yalnızca dış siyaseti ilgilendiren ve uluslararası hukukun çerçevelediği koşullar dizini hiç değildir.
Barış, insan hakları ile doğrudan bağlantılı bir koşullar bütünüdür. “Bir hukuk durumudur. Bir düzendir. Öyle bir düzendir ki kuruluşu, işleyişi ve ilkeleri dolayısıyla tarafların oluşmasına ve karşı karşıya gelmesine kendisi neden olmaz.” Bu gibi sorunların çözümü için öncelikle, “insanın, kendini hasmının yerine koyması gerekir”. Taraflardan her birinin, diğerine karşı taşımakta olduğu tarihsel ve güncel tüm önyargılarını aşmasının tek yolu budur.
Zira önyargılarını aşmak, insanın doğasında bulunan bir şey değil. Öteki gördüğümüzü kabul etmek, onu reddetmekten ne daha doğal, ne de daha az doğal.
“Uzlaştırmak, birleştirmek, benimsemek, yakınlık kurmak, yatıştırmak bilinçli hareketlerdir. Sonradan elde edilen, öğretilen, geliştirilen hareketlerdir bunlar… Aklıbaşındalık, sebat, serinkanlı bir düşünce, usta bir eğitim, elverişli yasalar ve eksiksiz kurumlar gerektirir”.
Aleviler, kadim tarihleri boyunca barışın bu ilkelerini içselleştirerek yaşayan, birlik ve kardeşliği temel felsefeleri, yaşam biçimleri kabul edenlerdir.
Numan Kurtulmuş’un sözleri karşısında duydukları infial ve haklı tepki “barış karşıtlığı” olarak yorumlanamaz! ( Sorunları, kuşkulu unsurları, belirsizlikleri, usul ve işleyiş biçimi ile ayrı bir tartışma konusu olan) bu süreçte de ötekileştirilmelerinden, dışlanmalarından, nefret söylemlerine maruz kalmalarından ve Suriye’de, mezhepçi nefretin yol açtığı katliamlar ve sistematik insanlık suçlarının vardığı boyutlar ve bunlara karşı takınılan tavırların yarattığı tedirginlik nedeniyledir!.
Bu tepki karşısında Numan Kurtulmuş: “Birlik ve kardeşlik hassasiyetiyle dile getirdiğim sözlerimin kastım olmayan bir şekilde bağlamından kopartılarak yaralayıcı bir anlam alanına kaydırılmış olmasından içten bir üzüntü duyuyorum.” Diyor. Ne bir özür diliyor, ne de bir düzeltme yapıyor. Yalnızca (yanlış anlaşılmış olmaktan) üzüntü beyan ediyor ve kendini anlatmak üzere (muhataplarına gitmeyi değil) kapısının herkese açık olduğunu dile getirmekle yetiniyor!
Sergilenen tutum, halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici nitelikteki bu söylem, toplumu inançlar üzerinden ayrıştıran bir anlayış, asla kabul edilemez! Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında da yeri olmamalıdır!
Böyle bir anlayış ve söylem, toplumsal birliğe, eşit bir şekilde kardeşçe yaşam kültürüne, demokratik , adil, laik bir düzende yaşamak arzusuna aykırıdır ve dolayısyla, yalnızca Alevilerin değil, bütün bir toplumun sorunudur!
Unutulmasın ki barış; onu “sahiplenenlerin” dışladıklarını da ‘sahipsiz bırakmayarak’ ancak, gerçekleşebilir!

Neval Oğan Balkız
YORUMLAR