Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murad DEMİRKOL

Evrenin Gizemli Korunağı Antakya

“Yüreği mühürlü gözlerini
Bitmez tükenmez döl bereketini
Akdeniz’in çıplak güneşini
Eksiksiz bırakıyorum anaç toprağına
Tanığım ol Antakya’

Sabahattin Yalkın “Tanığım ol Antakya” isimli şiirinin sonunda böyle seslenir âşık olduğu kente… Bu sesleniş, yeryüzünde önemi kavranmış kadim şehirlerin kökenine inen çığlıklara benzer bir bakıma…

İnsanlar mı şehri, şehir mi insanları yaratır diye sormadan edemiyor insan? Ve bu sorunun cevabı ne olursa olsun, her yaşanan kuraklıkta yeniden yeşeren bir ağaca benziyor Antakya…

İnsanların ona olan ilgisini karşılıksız bırakmayan bir çekiciliğe sahip. Mekân olmanın çok ötesinde, konuk ettiği insanların yaşamını yönlendiren, kişilik kazandıran mitolojik bir gizem barındırıyor topraklarında…

Bu gibi şehirler, inanç, kültür, sanat, edebiyat, medeniyet gibi insanlık kültürünün beslenmesine ev sahipliği yapmak üzere kurulur sanki… Böylelikle tarihe tanıklık ederken, çoğu kez insan geçmişinin zikzaklarına dayanır. Onun gibi anlaşılmayı bekler bir bakıma… Popüler kültürün bir reklam aracı olarak kullandığı hoşgörü sözcüğünün çok ötesinde, yaşanmış ve öğrenilmiş bir barış kültürüyle sarmalar toprağı…

Bir Antakya evinin avlusunda kurulan yer sofrasında her dilden söylenen şarkılar, bir şehrin direngenliği, insanların yaşama olan bağlılıklarını denetler durmadan… Yaşamın umutsuzluğa bırakılmayacağını fısıldayan bir denetim…

Sunmak istediği büyünün yarattığı etkiyi takip eder bir bakıma…

Çünkü bir kara parçasını şehir yapan olgu, yükselen binalar ve uğuldayan insanların karmaşasından ibaret değildir… Geçmişin ensenizde hissedilen nefesi sizinle var olmadıkça, acısından, mutluluğundan ders çıkaramadığınız yapay kentler büyütmekten öteye gidemezsiniz… Oysa Antakya’nın dar sokakları, bu yapaylığa müsaade etmiyor… Dolayısıyla insana ait olma, sorumluluk gibi duygularla sesleniyor yaşama…

Yaşanan birçok olumsuzluğa rağmen, üzerinde kaynaşan toplulukla bağlarını koparmıyor… İnşa ettiği mitolojik doku, gülümseyen bir ivmeyle konuyor kulaklara… Arzuladığı yaşamın mavisiyle, farklı insanların yaşamayı kabullendiği kendine özgü bir tarih yaratarak, toprağa döşenen gelişigüzel taşlarla ulaşıyor feryadınıza…

M.Ö 5000 yıllarına dayanan bir geçmiş, Hititler’le başlayıp, Asur, Babil, Pers, Makedon, Roma, Grek, Bizans, Arap, Osmanlı ve günümüz Türkiye’sine ev sahipliyi yaparken, yaşanmışlara kapılmadan onları dönüştürüp kaynaştırabilen bir kent… Asi’nin hırçın görünümünü esnetmek isteyen yumuşak bir doku… Aynı dilden konuşabilen değişik renkleri harmanlayıp, gülümseten şehir… Tarihsel, siyasal, ekonomik ve coğrafi etkileri nedeniyle farklı dil, kültür ve inançların ortaklaştığı yaşam…

Belki bunların çok üstünde yaşayan, büyülü bir çatıya seslenir Antakya…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER