Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç

OTORİTARYENİZMDEN KURTUL(KORUN)MAK İÇİN…

ABD’nin en eski ve en prestijli Yale Universitesi Tarih Profesörü Timotyh Snyder II. Dünya Savaşının hemen öncesinde ve savaş sırasında totalitaryan rejimlerin “yükselişi ve düşüşü” hakkında en önde gelen bilim insanları arasında yer alıyor. Son kitabı, “Tiranlık Üstüne: Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders” (Fr. : “De la tyrannie : Vingt leçons du XXᵉ siècle”) ile ilgili, kısa bir özeti niteliğinde bir yazıyı okuma fırsatım oldu. T. Synder, son yıllardaki küresel politik gelişmeleri ve dönüşümleri tarihsel perspektiften ele alıyor ve yirminci yüzyılın başında yapılan hatalara düşmememiz konusunda “Demokrasinin Otoritaryenizmden Nasıl Korunacağına dair Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders” ile bizleri net bir şekilde uyarıyor. İlk 7 derse ait öğütlerini şöyle özetliyebiliriz:

 

  1. Öğüt: Peşinen itaat etmeyin

 

Otoriteryenizmin gücünün büyük bir kısmı bizim ona kazandırdığımız bir güçtür: Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.

 

Öngörüye bağlı itaat, hükümete halka daha fazla ne yapılabileceğini işaret eder ve özgürlüğün kaybını hızlandırır.

 

Bunu şimdiye kadar yapmış olabilirsiniz, bundan sonra yapmamaya dikkat edin.

 

  1. Öğüt: Profesyonel etiği anımsayın.

 

“Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır.” (W. Benjamin)

 

Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.

 

Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar.

 

  1. Öğüt: Politikacıları dinlerken, belli kelimelerin ayırdına varın.

 

Politikacıları dinlerken bazı kelimeleri nasıl kullandıklarına dikkat edin. Bu kelimeleri sorgulamayı öğrenin. “Terörist”, “vatan haini” gibi kelimeler çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. “Olağanüstü hal”, “aciliyet” gibi çok önemli kavramları duyduğunuzda uyumayın.

 

Olağanüstü halde hükümet yetkililerine göre terör, devletin bekasına karşı olduğuna hükmettikleri tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuğun yaptığı yaramazlık, mini etekli bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, bir popstarın bir mitinge katılma davetini geri çevirmesi, facebook’ta bir haber sitesinde çıkmış bir haberi paylaşmak, barış için verilen bir imza, bir gazeteyi okumak, sembolik dayanışma eylemleri terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru olarak algılanan şeyler yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir.

 

Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir? Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Terörist siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimsedir. Politikacılar, gazeteciler, yazarlar terörist değildirler.

 

Yurtsever dil kullanılarak şiddete başvurmayan insanların “terörist” olarak adlandırılıp dışlanmasına veya cezalandırılmasına öfkelenin, öfkenizi uygun bir dille ifade edin.

 

  1. Öğüt: Düşünülmez olan gerçekleştiğinde, sakin olun.

 

Akıl almaz şeylerle karşılaştığında, örneğin ülkede bir yerde bir canlı bomba patlayıp yüz kişi öldüğünde veya başka bir terör eylemi gerçekleştiğinde sakin ol ve şunu hatırla: tüm otoriter rejimler, iktidarlarını daha da sağlamlaştırmak için böyle saldırılara gerek duyarlar, sivillerin zarar gördüğü böyle olaylara göz yumar, kışkırtır, hatta planlar ve gerçekleştirirler. Bu olaylara tanık olan insanlar korkacak, endişeyle yaşayacak, hayatlarını daraltacak, özgürlüklerini daha az talep edecek, kendiliğinden hareket etme güçlerini, bir araya gelme isteklerini kaybedeceklerdir. Bu duygulara kapılan bir halkın, güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri elinden alınsa bile güçlü bir lideri destekleme eğilimi artar. Reichstag yangınını düşün. Hitler bu olayı bahane ederek güçler ayrımını ve dengesini ortadan kaldırmış, çok partili siyasal hayatı sona erdirmiştir. Bu eski bir oyundur, bu oyuna gelme.

 

  1. Öğüt: Dilinize özen gösterin.

 

Dile özen göster. Herkesin kullandığı cümleleri kullanmaktan kaçın. Herkesin söylediği bir şeyi söyleyeceksen bile onu nasıl söyleyeceğine kafa yor. Sadece ne dediğin önemli değil, nasıl dediğin de çok önemlidir. Faşizme karşı mücadele faşistlerin kullandığı dili kullanarak yapılamaz. Düşünen, kavramaya çalışan, kavramsallaştıran, sorgulayan, şüphe eden, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme biçimi edinmeye çalış. Toplumsal olaylar karşısında kitlelerin kapıldığı heyecan, hiçbir ‘şok’ seni bu dilden vazgeçiremesin. Tepki dilini o anda kuramıyorsan tepki verme, daha sonra konuş.

 

Küfretme: küfrün kadın nefreti, cinsiyet temelli nefret söylemi, erkek iktidarını güçlendiren bir dil olduğunu aklında tut. Küfür, öfkesinin sebeblerini açıklayacak kadar düşünmeye ve konuşmaya vakti olmayanların çaresizliğidir. Lümpen faşistler böyle konuşur. Öfke dilini kullan, öfkeni ifade et, fakat bunu yaparken düşünmeyi bırakma.

 

Yatmadan önce internete girme. Elektronik aletlerini yatak odası dışında bir yerde şarj et ve oku. Bunun sebebi şu: Sadece sosyal medya okumamalısın. Düşünce dilini inceltmek, geliştirmek için kitap okumalısın. Yaşadıklarımızı daha iyi düşünmek için ne okumalı? Belki Václav Havel’in Güçsüzlerin Gücü’nü, George Orwell’in 1984’ünü, Czesław Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ını, Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan’ını, Hannah Arendt’ın Totalitarizmin Kaynakları’nı ya da Peter Pomerantsev’in Hiçbir Şey Doğru Değil ve Herşey Mümkün’ünü.

 

  1. Öğüt: Diğerlerinden ayrışın.

 

İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Bu senin karakterin için de önemli. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri: Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır.

 

Sözde ve davranışta etrafa uyum sağlayarak, sürüden biri gibi davranmaktan vazgeç. Çoğumuza çocukken öne çıkmamayı, göze batmamayı, böylece daha az zarar göreceğimizi öğretmişlerdir. Şimdi farklı bir şey yapmak ya da söylemek insana kendisini garip hissettirebilir. Çoğunluk susarken konuşmak seni tedirgin edebilir. Fakat zaten artık herkes tedirgin değil mi? Tedirginlikle yaşamayı başarıyorsak biraz daha tedirgin olmayı göze alabiliriz.

 

Aslında içinde bulunduğumuz şartlarda, bu huzursuzluk olmadan özgürlük mümkün değil. Sen bir örnek oluşturduğunda, sessiz çoğunluktan olmanın efsunu ortadan kalkar, korku eşiği daha kolay aşılır, diğerleri de seni takip edip itiraz etmeye başlayacaktır.

 

  1. Öğüt: Hakikate inanın.

 

Doğru ile yanlışın birbirinden ayırt edilebileceğine, gerçeği bulabileceğimize ve doğruyu söyleyebileceğimize inan.

Gerçeğe ulaşma çabanda seni yoran, umutsuzluğa kaptıran, hakikat arayışından vazgeçmene sebep olabilecek bir bilgi kirliliği, siyasi çarpıtma, algı operasyonu, savaş propagandası var. Ülkede medya iktidarın söyleminin dışına çıkamıyor. Farklı düşünen gazetecilerin çoğu hapiste. Gerçeğe savaş açılmış sanki.

 

Otoriteryenizmde yalanın toplumsal olarak örgütlendiğine tanıklık ederiz. Halkın bir kısmının bunu fark ettiğini, kabul ettiğini ve artık hakikatle, gerçekle, olgularla ilgilenmemeye başladığını hissederiz. Normal zamanlarda ahlaksızlık olarak görülen edimler artık kanıksanmaktadır. Muktedirin topluma söyledikleri yalanların, çelişkilerin, tutarsızlıkların, saçmalıkların artık önemi yoktur. Kitleler güçten yana olmayı varoluşunun koşulu gibi görmektedir.

 

Bu durumda sana da çeşitli söylemler arasında dolaşmak, farklı söylemleri, sözleri, yazıları birbiriyle karşılaştırarak hakikate ulaşmaya çabalamak kalmıştır. Her okuduğuna inanmaman, bağlamı gözden kaçırmaman, satır aralarını okuman, safsataları ayırt etmen, yapılan konuşmaların performatif boyutunu gözden kaçırmaman gerekir.

 

Dil gerçekliği şekillendiriyor elbette ve bunu yapmaya aday birden fazla dil var. Gerçeğe ulaşma çabanda başkalarının somut deneyimlerine, yaşananın diline öncelik vermeyi ilke edin. Tanıklıkları dinle.

 

Olgular çıplak değilse bile olgular yoksa özgürlük de yoktur. Eğer hiçbir şey doğru değilse iktidarı da kimse eleştiremez, çünkü eleştirinin bir zemini yoktur. Hiçbir şey gerçek değilse, herşey gösteriden ibarettir. Parası olan düdüğü çalıyor demektir.

 

***

Bugünü ülkemizde şartları belirliyen, öncelikle “ucube” Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yarattığı koşullardır. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, demokrasiden, hukuk devletinden, insan hak ve özgürlüklerinden giderek uzaklaşarak tek adamın vesayeti altına girmiş olmasıdır. En başta da kendi partisinin, tepeden tırnağa. Bir reis vardır, başka kimse yoktur. Herkes reisin suretleri olmak durumundadır. Onay dışında bir duygunun, bir fikrin, bir kaygının varlığına tahammül yok. Eleştiri duyulmuyor, sadakat ise durmaksızın sınanıyor. Bu yüzden burada doğruyu söylemek değil, doğru kişiyle birlikte söylemek makbul. Aynı söz, yanlış ağızdan çıkarsa tehdit sayılır. Bu da doğal olarak herkesin içe çekilmesine, sesini kısmaya, sorgulamak yerine beklemeye yönelmesine neden oluyor. Artık insanlar konuştukları kadar değil, sustukları kadar güvende. “Șahsım Rejimi” ömrünü ne pasına olursa olsun, uzatmak istiyor! Susmazsan, boyun eğmezsen, biat etmezsen, Cumhurbaşkanlığı seçimi için anıldığı bir dönemde 3 kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş geleceğin cumhurbaşkanı adayı, bir parti genel başkanı, bir milletvekili, “terörle irtibat ve iltisak” diye damgalanan belediye başkanı, gazeteci ve yüzlerce insanı siyasi sebeplerle haksız ve hukuksuz bir şekilde  tutuklayıp hapse atarlar!

 

Bu öyle bir noktaya gelmiştir ki bırakın hiyerarşinin alt ve orta katındaki insanlarda, artık en üst düzeydeki insanlarda bile, “reis olmazsa parti de olmaz, biz de olmayız” biçiminde çok net dile getirdikleri durumu yaratmıştır. Oyun böyle oynanıyor. Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nde Ela S. Evliyaoğlu siyaset ve psikolojinin kesiştiği duygusal kutuplaşma kavramına dikkatimizi çekerken şu tesbit’in altını çiziyor; inandığımız karanlık yüzlerinin açığa çıkması, yalanlarının kanıtlanması, onlara inancımızı azaltacağına güçlendiriyor. Bu, yukarıda Yale Universitesi Tarih Profesörü’ün tanımladığı tam otoriteryan (mutlak itaate dayanan bireysel özgürlük karşıtı liderliğin kesin egemenliğidir).

 

Dolayıyla demokrasi’mizin korunması için yukarıda Profesör Timotyh Snyde’in sunduğu öğütlerinin bizlere faydalı olacağını düşünüyorum.

 

Artık yeter! Bu millet, imkanlara, kaynaklara sadece bir avuç kişinin ulaştığı, diğer herkesin ekonomik, hukuki ve toplumsal eşitsizliklere maruz kaldığı bir düzende yaşamak zorunda değildir. Bu ülkenin kaderi ya değişecek ya da değişecek…

 

Her şeyi sorgulayabilen, bilgiden bilgi üretebilen, doğru ve yanlışı ayırt etme gücü olan ve olağanüstü zihinsel yeteneklere sahip bir beynimiz var. Gerçeklerden uzaklaşıp partilerin peşinden koşmayalım, lider saplantısında kaybolmayalım. Liderlerle taraflaştık, onlar sövdükçe, birbirlerini tehdit ettikçe bölünerek kabileleştik. Aklını yitirenlerin suyu iyice ısınmış siyasi rakiplerin  olumsuzluk bombardımanıyla toplum olarak dibe doğru yarıştayız. Bu ülkeye verdikleri zarar giderek daha da büyümektedir. Bu halk, daha iyi bir iktidarı hak etmektedir. Durmak yok, mücadeleye devam.

 

Bu süreçlerde kullanacağımız ölçütler – “İlkelliğe-saldırganlığa-yıkıcılığa” karşı, “uygarlığın-insancıllığın-yapıcılığın” gücünü ortaya koyan -ortak değerleri olmalı; aksi takdirde ödenecek bedel çok ağır, hepimiz için!

 

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Cumar 23 Mayıs 2025

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER