Kıstırılan bir anın boşluğu ve dondurulmuş bir kesit algısı…
Filmden arındırılmış bir kare
Romandan kırpılmış pasaj…
Yolda yürürken objektife takılan anlık görüntü, kısa video…
Kurduğunuz bir cümlenin yayılma hızı, bir cep mesajı, bir sanal ileti…
Anlamsızca hızlanan klavye tuşları ve her an, her yöne savrulabilecek bireylerin yaşadığı o garip büyü…
Suçlamak, yargılamak, ötekileştirmek…
Sanal dünyanın devşirdiği o algı virüsü…
En basit haliyle yaralayan, sarsan ve acı veren…
“Bu acı ölüm değildi, sersemlemiş bilincinde bocalayarak dolaşan düşünceydi. Ölüm acı vermezdi. Hayattı, hayatın sancısıydı bu feci, bu insanı yasa boğan his…” diye yazmış Jack London
Sanal dünyamızda böylesine ucu açık, sivri ve tehlikeli süreçler yaşanıyor işte. Herkesin bir ucundan etiketlendiği, herkesin haklıyım algısının daha da şişirildiği bir süreç…
Toplumun sanal algısıyla işletilen kasvetli bir izdüşüm…
Bir erkeğin erkek gözüyle, bir kadının kadınca, bir toplumun sadece kalabalık halinde söylendiği…
Doğal yaşamın göz ardı edildiği, eş zamanlı bu bunalım hali, bir kuşak kaybı hatta bir medeniyet kaybı olarak da tanımlanabilir…
“Birey daima fikirden güçlüdür ama kendisi olarak kalması şarttır. İnsanın tek bilmesi gereken, insan olduğu ve öyle kalmak istediğidir…” diye yazmış Stefan Zweig
Şiddetin sıradanlaştığı, insanlarda herhangi bir rahatsızlık yaratmadığı, toplumsal bir çöküş anı…
Ansızın paylaşılan bir fotoğraf, rastgele paylaşılmış haber, tek tıklamayla kurgulanmış bir beğeni, ifade…
Bireyin payına düşen o denetimsiz kaygı…
Kabuğuna, özüne, benliğine işlenmiş korku…
Tutku sahibi bir sığınağın öngörüsü veyahut olabildiğine yalpalayan bir dönüm noktası…
Tahsin Yücel Gökdelen adlı eserinde şu hatırlatmayı yapıyor; “Belki de günü yaşamanın önemini kavramak için hangi yılın hangi ayında ve hangi gününde olduğumuzu her sabah üst üste on kez yinelemek gerek…”
Herkesin her şey olduğu,
Kes, kopyala ve yapıştırın bilginin önüne geçtiği,
Ekranların sahte uzmanlarca kuşatıldığı bir çağda yaşamak hangimizi mutlu edebilir ki?
“Kendimi bir başkasıymış gibi gözlüyordum. Hep bunu yaptım. Ama taşamadım kendimden. Kendimin dışına çıkamadım. Buzlu camlar kuşatmıştı içimi. İçim bende kaldı…” diye yazmış Murathan Mungan
Sığ ve yapay gündemlere sırt çevirmenin tam zamanı…
Bellek, zaman ve mekân boşluğuna uzanan derinlik…
Sorgulayarak, duygudaşlık kurarak, gerçeğin peşinde koşarak,
Öfkeye kapılmadan, sağduyulu…
Biz ve ötekiler kavramının dışında
Ezbere dayanan şablonlara inat, bağımsız ve her şeyi anlama çabası gösteren olgun bir dönüşüm evresine ihtiyacımız var…
YORUMLAR