Albert Einstein 2. Dünya Savaşı sırasında, insanların savaşın yarattığı korkunç ölümler ve yıkımlar karşısında sergiledikleri atalet, ahlaki ya da duygusal uyuşma hali karşısında yaşadığı şaşkınlık ve hayal kırıklığını şöyle ifade eder: “Çoğu insan dünyanın gözleri ve kulakları önünde oynanmakta olan hortlaksı trajediyi yarı korku içinde, yarı kayıtsız izleyerek gündelik yaşamını sürdürüyor!”. Oysa savaş, P.L.Galison’nun dediği gibi; “uzun süren bir deliliktir ve savaş, her türlü içgüdüye, her türlü cinnete ardına kadar yer açar”.
Orta doğuda yaşanan gelişmeler, insanlığın sürüklendiği “uzun bir delilik” durumunun bölgede “istisnai” değil, bir “kural” haline getirilmesi hamlesi olduğunu ve tüm bölge için kalıcı, yaygın sonuçlar doğuracağını gösteriyor!
İçinde bulunduğumuz yüzyıl; “yeni egemenlik savaşları çağı!” Emperyal kapitalizm, dünyayı, çok katmanlı yeni ortaçağa sürüküyor. Sistem olarak, kendini yapısal ve işlevsel risklerine ve mali finans krizlerine ve bunların yarattığı siyasal “yönetilemezlik” durumlarına karşı korumak, diğer yandan küresel alanı hegemonik olarak yeniden tahkim etmek, kaynak sağlayacak yeni paylaşım alanları yaratmak amacıyla “bitirilmeyecek kadar uzun bir delilik hali” oluşturan, ‘herhangi bir yer ve zamanda tüm dünyanın içinde olacağı’ “topyekün savaş” anlayışını, yaygınlaştırıyor! Bölgede, burnumuzun dibinde, ortada bütün dünyanın olduğu “topyekün bir savaş” sürüyor. Filistin, Suriye, Lübnan, Yemen, Şimdi İran….
“Hortlaksı Trajediyi” İzlemek!
Yaşanmakta olan hortlaksı trajediyi, savaş ve şiddetin “pornografisini” an be an ekranlardan izliyoruz! Acı çeken beden ya da özneden kendimizi soyutluyor, korku, tedirginlik içinde ya acıma ya da alışmaya sürükleniyoruz! Ancak bu yayınlar, savaş görselliği her durumda da hakikati örten bir örüntü yaratıyor, insanların , olaylarla “hakiki bağ ” kurmasını engelliyor!
Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak” adlı kitabında bu durumu şöyle tanımlar ve sorunlaştırır: “Artık savaşlar hepimizin oturma odalarında sükûnet içinde seyredilip dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır.
Modern hayatın temel özelliklerinden biri, dünyanın dört bir köşesinde yaşanan dehşeti uzaktan, fotoğraf ( ya da görsel medya) aracılığıyla izleyebilmek için sayısız imkân sunmasıdır. Peki, dünyayı görme biçimimizin temel parçalarından birini oluşturan fotoğraf/ görsellik bakanın gerçeklik algısını aşındırır mı? Bizden uzaktaki insanların acılarıyla hakiki bir bağ kurabilir miyiz?” diye sorar ve bu görselliğin, savaş ve şiddetin “pornografisini” yarattığını, şiddetin ilkel bir haz duygusunu biçimlendirdiğini, izleyicide, acı çeken beden ya da özneden kendisini soyutlamasına, giderek, püriten bir ahlaki acımaya yada alışmaya sürüklediğini, ancak her durumda da hakikati örten bir örüntü yarattığını, olaylarla hakiki bağ kurulmasını engellediğini, savaş ve şiddeti yaratan koşullar üzerinde kafa yormaya, bu kosulları değiştirmeye yönelik bir şeyler yapma istencini önlediğini vurgular!
Oysa savaşın kendisine, yol açtığı bireysel/kitlesel acılara karşı duyarlı olmak, bunlar üzerinde düşünmek, bunlardan ders çıkarmak ve bunları rasyonelleştirmeye yönelik çaba ve söylemleri irdeleyerek bunlara karşı koşulların bilgisiyle ( örneğin Kürecik Üssü kapatılsın, İsrail ile her türlü ilişki askıya alınsın, BM Güvenlik Konseyi derhal toplansın, BM Şartında yer alan hükümler derhal uygulansın vb.) davranış geliştirmek, kişisel ve toplumsal ahlaki iflastan kurulabilmenin tek yoludur.
Bu yolla ancak; -insanlık suçlarını, soykırımları durdurma, savaş yasalarını ayaklar altına alıp çiğneyenleri adalet önüne çıkarma ve patlak vermesi muhtemel başka savaşlar için görüşmelere dayalı alternatiflerin denenmesi için baskı yaparak, bazı savaşları önleyebilme gücü gösterilebilir!
Bilinç Bulanıklığı İçindeki Anlayış!
ABD ve AB destekli İsrail devletinin siyasal literatürde “haydut devlet” olarak tanımlanan davranış ve niteliği ile diğer devletleri tehdit etmesi, bombalaması, yöneticilerini öldürmesi, öldürme tehdidi yöneltmesi, Filistin’de soykırım niteliğinde katliam yapması, Suriye’ topraklarını işgal etmesi, hangi uluslararası hukuka, egemen devlet teorisine, uluslararası ilişkiler kuramına sığar?
Emperyal bir işgal altında halklara ölüm, acı, vahşet ve sürgün yaşatılması karşısında, İran’ın rejiminin demokratik olmadığı, baskıcı, şeriatçı olduğu, insan hakları ve özelde kadınların yaşam hakları ve özgürlüklerine yönelik yoğun ihlalleri gerçekleştirmesini gerekçe göstererek, İsrail ve arkasındaki güçlerin saldırılarını meşrulaştıran; oradan halklar için, özgürlük ve demokrasi çıkacağını savunan, İran halkına çağrılar yapan anlayış, nasıl bir bilinç bulanıklığı taşıyor? Tarihsel bağlamlarıyla siyasal, sosyal, ideolojik olarak, nasıl bir sapma içinde bulunuyor?
Savaşın mantığına, sivil toplum üzerine dayatılan panik rejimine direnmek için öncelikle küresel sermayeye ve onun dünya düzenine emperyalizme direnmek gerektiğini; ancak bu durumda kalıcı bir barış koşullarına olanak yaratılabileceğini; savaşa karşı direnmenin taraflardan birinin yanında yer almakla özdeşleştirilemeyeceğini bilmezden gelenler, bu gerçeği hala kavramayanlar, ancak suç ortaklığı içinde olurlar!
Dolayısıyla, İran halkı ve diğer baskı altındaki halklar, kendi güçleri ve mücadeleleriyle, hem emperyalizme, hem baskıcı yönetimlere karşı bu mücadeleyi veren diğer halklarla dayanışma içinde ancak, özgür, eşitlikçi, barış içinde bir toplumsal, siyasal düzen kurabilirler. Emperyalizmin gölgesine sığınarak değil!
İnsanlık, emperyalizmi yenerek ve aşarak ancak barışa erişebilir!
Hukukçu/Akademisyen
YORUMLAR