Bir çağı kanıksamanın çok ötesi, anımsattığı kaygının daha çok…
Kımıldayan ivme ya da anlamsızlaşan hız…
Refah ya da mutluluk…
Sıkıştığımız kapandan çıkmanın derin boşluğu gibi…
Nereye savrulursan savrul…
Aynı masa, aynı duvar, aynalar…
Belli bir mesafeden uzatılan ikircikli el…
Uzun ve çalışılmış cümleler…
“Zamanı saatlerle, dakikalarla değil, güneşin doğup batmasıyla değil, sizinle ölçüyorum: ‘Onu gördüm, görmedim, göreceğim, görmeyeceğim, gelecek, gelmeyecek…”
Bu hiçlik var ya bu hiçlik…
Bir denizin ortası, sınırlardan bizi uzaklaştıran yapay dalgalar…
Yeryüzünü acıtmayan biri var mı diye düşünüyorum günlerdir…
Bir romanın henüz kurulmuş sıradan bir cümlesi gibi düşünüyorum…
Bir sonsuzluk isteği gibi…
İnsanın kendini yüceltmesiyle ilgili bir algı yanılsaması…
Yaşam, hızla tüketilen bir seyir değildi çünkü…
Siz, ben, onlar…
Daha iyisini düşleyenler.
Ya da daha iyisini düşlediğini sananlar…
“Bu yalnız senin derdin değil ki, bütün insanlığın derdi. İnsanın hayatla bağı, tutunacak bir dalı olmadı mı bu dert korkunçtur…”
Her oyunun başlangıcı ve sonu olmalı…
Uzaklardan gelen boğuk bir sese âşık olmak gibi bir şey…
Ne yöne baksak o değişmez oyunun sonu…
Anlamsız noktaları yakalamak yani…
İnsan olmak, hayvan olmak, doğaya ait olmak diye başlayan…
Oysa tanımların ardına gizlenip, bir başkasının hayatını yoklayanları nasıl tanımlayacağız?
Sevgiliyi, sokakları, alışagelmiş renkleri terk etmek meselesi biraz da…
Yaşamak, çalışmak, göçmek, korunmak, korunamamak
Hatta ölmenin neredeyse bir sıradanlık halini aldığı bir çırpınış…
İnsan düşündükçe sonsuzluğa yaklaşıyor belki…
İstesen de soyutlanamıyorsun.
Bir gerçek var ve bu gerçekten nemalananlar.
“Düşünürseniz bir şeyi adlandırmanın ne kadar önemli olduğunu, bunun bir şey değiştirmek olduğunu görürsünüz…”
Yaşamın arka sayfalarında kalmak, mütevazı bir yaşamın, kötücül karşılığı olarak da tanımlanabilir…
Çünkü yığınlar, yaşamın her aşamasında, yapıtın niteliğinden çok gücüne yönelmiştir. Tekrarlı şöhretine…
Gerisi gelmiyor işte.
Bitmeyen bir yolculuğun adımlarıyla ilgili daha çok…
Sesler boyut değiştiriyordu belki…
Yürüyorduk ama uykuda…
Uçurumdan atlarken, uyanacakmış gibi bir his.
Bir rüyaya hükmetme isteği.
Zihnimizin zamana ihtiyacı olabilir!
i Oblomov, İvan Gonçarov, Çev: Sabahattin Eyüboğlu
İi Oblomov, İvan Gonçarov, Çev: Sabahattin Eyüboğlu
İii Çağımızın Gerçekleri, Jean-Paul Sartre, Çev: Sabahattin Eyüboğlu
YORUMLAR