Biz neredeyiz?
Ara bir boyut. Ne sen ne biz…
Ben?
“İstersen bizimle olabilirsin” diye araya girdi Picasso.
Ben renklerle karşılanacağımı düşünüyordum…
Burada gördüğün her şey renk, ses ve görüntüden ibaret… Sen, ben ve görüşmek istediğin herkes…
“Affedersiniz” dedi çocuk
Yo yo… Konuştuklarımız bir tablonun renklerle buluşması aslında. Şu tablonun güzelliğine baksana…
“Hangisine?” diye sordu
Şu sesleri diyorum, gördüğün gibi renkleri de sesler yaratır. Ama konuşmak yetmez. Görmek ve birleştirmek çok önemli…
Çocuk heyecanla, “Babam olsa hemen atılır, bir şiirden söz ederdi.”
“Ne derdi mesela?”
“Ne bileyim yoksulluk diye başlardı. Sonra uzun uzun dalardı…”
Çocuk konuştukça, bir hologram şeklinde önlerine yansıyan tablonun belirdiğini gördü.
“Tabloda ki simge ne tarafa bakıyor?” diye sordu Picasso
“Korkuya!” diye bağırdı çocuk.
“Bence korkuyu biriktiren gözlerine daha dikkatli bakmalısın”
Tablo neredeyse tamamlanmıştı.
“Ritim!” diye bağırdı çocuk. “Babam bu terimi çok severdi. Korkunun ritmi…”
“Biraz eksik bir tanım değil mi?”
Eğimli bir zemin üzerine, sadece kafasını görebildiğimiz bir canlı… Ne tarafa baktığını bile anlayamıyoruz. Korktuğu için mi saklanıyor oda meçhul.
“Bence bakmıyor” dedi çocuk. Kendi iç dünyasını tırmalıyor. Hatta kesici dişlerini daha çok içine batırmış gibi
“Dişleri gözükmüyor ki”
“Görmek istiyorsan apaçık ortada” diye gülümsedi çocuk. Ardından Picasso’nun kahkahalarına daldı.
Bulundukları boyut bir bulmaca yahut bir pazıl örneği gibiydi. Geçmiş ama daha çok gelecek. İlkel ama daha çok modern… Sanki parçaları yerleştiren soruların cevabını bulacakmış gibi…
“Ressam sağır mıydı?” diye sordu çocuk.
Picasso’nun mutluluğu gözlerine yansımıştı. “Aradığımız sözcükler…” diye mırıldandı. Sonradan geçirdiği bir rahatsızlık sonucu sağır oldu. İyi ama nerden çıkardın bu sonucu.
Çocuk olgunluğa erişmiş bir düşünür gibi, “Ruhun da rengi var…” dedi. ” Hem şu gözlere baksana, işitemediği bir korkunun yaklaştığını duyan gözler…”
“Çok iyi gidiyorsun” dedi Picasso.
Geçmişi çok renkli olan bir ressamın koyu renklere ve bilhassa siyaha kaçışı…
Picasso çocuğu avucundan nazikçe yakalayıp, gelişmiş bir panonun karşısına getirdi. Bir rakamın bulunduğu kutuyu boyamasını istedi.
Çocuk, “ama fırça ve boya?” diye sordu.
Picasso gülerek, burada somut hiçbir veri yok. Fırça da yok, boya da…
Çocuk gülümsedi. Rakama uzun uzadıya baktı. Aklına babasıyla okudukları, izlediği filmler, gezdiği sergiler geldi.
Kutu yavaş yavaş renk değiştiriyordu. Hatta her sözcüğün sonunda rengini bulmak isteyen bir bukalemun gibi sürekli değişiyordu.
Burası sonsuz bir yapı çocuk… Düşlerinle kontrol edebiliyorsun. Yaşadığın her an yeni bir kutuya yeni renkler ekleyecek… Böylece gerçek hayatın ne olduğuna kendin karar vereceksin.
“Siz gerçek misiniz?” diye sordu çocuk
“Bence bu soruyu benim sormam gerekirdi. Asıl sen gerçek misin?”
YORUMLAR