Zamansız ayrılıkları hiçbir heceyle tanımlayamıyoruz yazık ki…
Sessiz çığlıkları, dar sokakları, yazmayı, Antakya’yı
Suskunluğu konuşmayalı zaman olmuş gibi
Yeni bir aksanla konuşmayalı
Cümleye sıkışmış bir virgülle soluklanmayalı zaman olmuş…
Durağan metinlerin gözünde parıltı yoksa hiçbir cümlenin sonu yok…
Bir istiridye kabuğundaki işlemeler de yok…
Bir kuşak nasıl kırılırsa o…
En naif, en barışçıl, en dost tebessümlü kaybımızla susuyoruz…
Zamanı inciten bir gidişi saklamak ya da sıklıkla yinelediğimiz bir sözcüğün alışkanlığında kaybolmak gibi…
Her ses kendi çığlığıyla büyüyor ve Sinan en candan öyküleriyle…
Gazetecilik mutfağında çayını doldururken, metinlerini kucaklarken
Telaşlıyken, sokakta…
Kendine seslenerek…
Kendi rengiyle beziyor kuşların son ezgisini…
Sık sık yaşadığımız bir döngü mü bu
Zihnimize konup, sızıyı var eden bir kopuş mu?
Sokaklar… Dar ve incinmiş sokaklar…
Sırtlanmış bir gazete ve koşuşturmalar…
İçimizde taşıdığımız her neyse, cümlelerin yarım kalmış tutkusuna karşılık gelen…
Hemen her yerde olmak, ötekinin yanında bilhassa ve Sinan hep orada…
Düşleriyle büyüyenlerin sayıklamasıdır belki, sözcükler en çok kendiyle iyileşir…
Umuda yakın, olasılıklara daha yakın…
Ve kanatlarıyla üşür kuşların en renklisi
Varoluş ya da kendine sakladığı dil…
Sesine işlediği ahenk…
İçine seslenen çokluk…
Bir mekân etkisi…
Üşüme gibi ama değil…
Karasız bir sızı…
Bir okuma tekrarı da olabilir…
“Bendim diyor bir eski zaman kuğusu;
Şahane ve umutsuz kanat sıyıran,
Nerede diye o dünya, güzel yaşanan
Bastırınca kısır kışın sıkıntısı…”[i]
Belki çoğunluğumuz durağanlaşan bir zamanda buluyor adımlarını…
Bir duyguyu sızıyla dolduran ağıt ya da telaşımıza dokunan siren sesleri…
Bir hece, bir öykü ya da sonsuzluğa gülümseyen bir gazete küpürü gibi…
[i] Şiir, Stéphane MALLARMÉ, Çev: Sabahattin EYUBOĞLU
YORUMLAR