Zihnimiz gün geçtikçe, şiddetin çok boyutlu sıradanlaşmasına tanıklık ediyor.
Geçmişten günümüze kadar yaşanan bu şiddet sarmalında, tanımlanamayacak sayıda canlı yok oldu…
Bir o kadarı evlerini terk etmeye zorlandı.
Kölelik şartlarında çalıştırılan, şiddete uğrayan, horlanan…
Ama en belirgin ve kırılgan olanı, aile içi şiddet…
Murathan Mungan’ın Kibrit Çöpleri’ne göz atalım; “Dünyanın bütün hikâyeleri aile yaralarıdır. Orada başlar, orada gelişir, oraya dönerler. Birikmiş ev içi kinleri, mutsuzluk fazlası, kirli sırlar, açık ya da örtük şiddet, aşırı sevginin yaraladığı benlikler, istenmezlikler, yetmezlikler, erken kayıplar, öksüzlüğün, yetimliğin, üveyliğin saymakla köpüren, köpürdükçe birbirine benzeyen nedenleri…”
En sık kullanılan yöntemlerden biri psikolojik şiddet…
Hedefin sinir sistemine, düşünce yapısına, bireyin değerlerine saldırı…
Yaşanan travmaları besleyici etkinlikler hız kazanır.
Bir anda bireyin zihnine dayatılan kargaşa…
Brigitte Labbe, Şiddet ve şiddetsizlik adlı eserinde; “Şiddetin bahaneleri asla geçerli nedenler değildir, hiçbir zaman mantıklı olmazlar, şiddetin hiç bir gerçek nedeni yoktur. Olduğunu sanırız; ama sıraladığımız nedenler, şiddeti haklı çıkarmaya çalışan bahanelerdir yalnızca…” diye yazar
Sonrası bir cinnet hali…
Evden okula,
Okuldan sokağa
En eğitimlisinden en cahiline sırnaşan kötücül bir sıradanlık…
Sonu gelmeyen kitle iletişim araçlarıyla, toplum üzerinden bireyleri kalıplara sokma eylemini gündeme getiren o travma…
Bireyin doğal yaşam alanını, belirlenmiş çemberin içerisine hapsederek, olumsuz bir yöne sarkıtan virüs…
Belki de sahip olma duygusunun abartılan anlamı…
Sahip Olmak ya da Olmak adlı eserinde Erich Fromm, konuyu şöyle özetler; “Aslında hiç kimse yeterince mala sahip olamamaktadır. Ama mülkiyete sahip olma tutkusu, bizi şiddet kullanmaya ve başkalarını açık ya da gizli biçimde sömürmeye itmektedir…”
Oysa önyargının, toplumdan ailenin en dip çekirdeğine indirgendiği bir çağda yazmak, hangimizi iyileştirir ki?
İnsanların sadece insan üzerine,
Tarafların sadece kendi tarafına,
Edebiyatın bile kendince söylendiği
Bir coğrafyanın sadece kendi iklimiyle konuştuğu
Bir toplumun sadece kalabalık halinde söylendiği bir çağda yazmak…
Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine adlı eserinde; “Simgesel şiddet, ona maruz kalanların ve aynı zamanda da, onu uygulayanların sessiz suç ortaklığıyla ve her iki tarafın da onu uyguladıkları ya da ona maruz kaldıklarının bilincinde olmadıkları ölçüde uygulanan bir şiddettir…” diye yazar…
Çünkü modern toplum, hemen her şeyle ilgili gün tanımlaması yaparken, kendi kısa vadeli yaşamına yamadığı öngörüyü hızla tahrip eder…
Kendince konuşur daha çok…
Bilgi diye dayatılan medyayı konuşur…
Murad DEMİRKOL
YORUMLAR