Kalabalık arasında yaşanan o adımsızlık hali… Sıkılgan bir şehrin temposundan kurtulmak ya da kırılgan bir keşfin akışına kapılmak… Ama en önemlisi garip gündemlerin bulanıklığından uzaklaşmak, uzaklara gitmek…
Kıskandım Gogeni Tahitilim
Terlemiş vücudunu silerken
Cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini…”
Yaşamın arka sayfalarında kalmak, mütevazı bir yaşamın, kötücül karşılığı olarak da tanımlanabilir… Çünkü yığınlar, yaşamın her aşamasında, yapıtın niteliğinden çok gücüne yönelmiştir. Tekrarlı şöhretine…
“Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
Daha sonra yaparım hayatın felsefesini…”
Unutulmuşluğun garipsenmediği bir acı… Sonradan hatırlanmak… Dillere pelesenk olmuş dizelerin kaleminden bihaber, sanal dünyada dizeleri alt alta sıralamak… Zira kitleler, kalabalığın duygusuyla ilişkilidir… Bireyin sancısına ilgisizdir… Aşkına, acısına, yalnızlığına…
İhsan Yüce sevdiği için yazmış, âşık olduğu için oynamış… Alkışın yapay gürültüsüne ve medyanın renkli atmosferine kanmamış bir emekçidir…
“Çünkü gerçek bir yazar, yazmayı sevdiği için yazar, tanınmak için değil…” diye ekliyor Umberto Eco
Oyuncu, yazar, şair…
İzlediğimiz birçok filmin senaryosunu kaleme almış bir bilinmezlik…
“Dışarda kar
Odamız ılık
Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
Anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını…”
“Ekmek, Şarap, Sen ve Ben” şiirinin dizelerini çoğumuz ezbere bilir. Ama İhsan Yüce’ye ait olduğunu… Ya da Kibar Feyzo senaryosunu kaleme aldığını… 60’a yakın senaryoya imza attığını…
Kitleler kalabalığın duygusuyla ilgilidir… Bireyin sancısına ilgisizdir… Aşkına, acısına, yalnızlığına…
Tedaviye gerek duymaksızın, Parlatılan birkaç isimle toplumun yarasına dokunmuştur sadece…
Picasso’ya kulak verelim…“Bir seyirci benim duyduğum gibi tablomu duyabilir mi hiç? Bir tablo bana uzaklardan gelir. Ne kadar uzaktan geldiğini kim bilebilir? Ben bunu sezmişimdir, görmüşümdür, yapmışımdır, gene de ertesi günü kendim bile ne yaptığımı anlamamışımdır. Benim düşlerime, içgüdülerime, isteklerime, düşüncelerime nasıl girebilir…?”
İhsan Yüce, 23 Ocak 1929’da doğdu, 15 Mayıs 1991’de hayatını kaybetti. Değeri ise ölümünden yıllar sonra bile anlaşılamadı.
Emekten yanaydı. Ama şuursuz kalabalıktan değil… Ağaların düzenine karşıydı. Ama hamasi söylemlerle değil… 160’a yakın filmde oynadı. 1976 yılında İşte Hayat filmindeki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, senaryo ve yönetmenliğini yaptığı Bebek filmiyle 1979 yılında, Karlovy Vary (Çekoslovakya) Jüri Özel Ödülü, 1981 yılında, Derya Gülü filmindeki rolüyle, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı.
“Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
Eğer daha da içersem
Shaskespare halt etmiş derim karşımda…”
İhsan Yüce 1991 yılında çok sevdiği Salacak’taki evinde, senaryo çalışmalarını sürdürürken geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşamını yitirdi.
“Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
Şehrin hizbe sokaklarında
Yavaş yavaş kaybolur benliğim…”
Kalabalık arasında yaşanan o adımsızlık hali özellikle… Sıkılgan bir şehrin temposundan kurtulmak ya da kırılgan bir keşfin akışına kapılmak… Ama en önemlisi, garip gündemlerin bulanıklığından uzaklaşmak, uzaklara gitmek…
YORUMLAR