Yarım kalmışlık hissi bu, kıstırılan anın boşluğu ya da dondurulmuş bir kesit…
Yetişemediğimiz ne varsa o…
Yeni bir kaygıya uyanan, tedirgin adımlarla süzülen…
Işıksız, gülüşsüz, tatsız…
Gelin hüzün diyelim adına, bellek diyelim acı diyelim
Birey üzerine oynanan bir çeşit kumar, bir çeşit zihin bulanıklığı…
Kurgunun, gerçeğin, hatta sözcüğün içinde olduğu danışıklı kargaşa…
“Ne var ki bir şeye saplanıp kalan kişiye saplantısı, nesnelerin doğasında varmış gibi gelir. Bu yüzden de o şey, olduğu gibi algılanamaz hiçbir zaman…” Görme Biçimleri, John Berger
Sırf bu yüzden belki yüzyılımızın temel hastalığına çözüm aramalı, algıya ve sanrıya.
Şiddet, göç, işsizlik, yoksulluk, çocuk işçiliği…
Boy boy grafikler, kopyalanmış heceler, sözde uzmanlar…
Bol ışıklı ekranlar nasıl da sıcak nasıl da yapay…
Alışmaya en yakın yer, algıya en yakın…
Çağın parlattığı yığınların tam ortasına…
“Gerçek asla tek taraflı değildir…” diyen yazmış Gramsci
Katlanmak ne kötü bir talih oysa…
Hecenin kötüsüne hele, hangi alanda olursa olsun, hecenin yığınlaşmasına katlanmak…
Zamana bırakılan o hissizlik…
Uzaktayız, zihnimize kusulan hecelere en yakın yerde, uzakta…
Bizi sürekli yanıltan ağdalı cümlelere yüklem uydurmak
Dirençli bir bellek, duygulu bir zihin…
“Kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş bir şeyler akıyor içimde; dokunmuyorum, bırakıyorum gitsin. Sözcüklere bağlanamadığım için düşüncelerim çoğu zaman karmakarışık…” Bulantı, Jean-Paul Sartre
Bir canlıyı hayattan koparmanın acısını kime nasıl anlatmalı, bir çocuğu, bir kadını, bir çiçeği, hayvanı…
Etini kemiğine yakarcasına koşmak…
Umutsuz bir arayışın içinde olmak…
Yüzümüzü yalayan yüzlerce kelimeye sırt çevirmek…
Pencereyi ardına kadar açıp bize doğrultulan sözcükleri süzmeli
“Kendine en ağır yükü aradın: bulduğun, kendindi.. Kendini sırtından atamadın!…” Dionysos Dithyrambosları, Friedrich Nietzsche
Belki derin bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz.
Belki şu an satırlar üzerinde gezinen gözlerimiz, usulca kararırken, kendimize biçtiğimiz role alışıyoruz
Oysa bellek de genleşmeye uğrar. Özensiz bir sarkaç gibi ritmin vasatlığına mahkûm eder…
Andrey Tarkovski ve Mühürlenmiş Zaman’a göz atalım; “Başkalarının bizim adımıza kesip biçtiği bir fikirler dünyasında yaşıyoruz…”,
Yazık ki aynı canlılık, evrene saldığı renkleri durmadan hırpalıyor.
Hayatımızdaki en büyük yoksunluğu…
Bir arada yaşam, eşitlik ve üreten zihinler…
Hayatımızdaki en büyük yoksunluğu bulmak…
Adımların zengin ritmine sığınmak…
Öyleyse içimizdeki hissi yeni bir renge kavuşturmanın tam zamanı…
İnsan, aynada ki yansımasından, kendine şefkatle bakan gözler istiyor değil mi?
Ölü çizgilerin yansımadığı anlar…
YORUMLAR