Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murad DEMİRKOL

Süzgeç

Alıştığımız sözcüklerin kırılganlığıyla yaşıyoruz belki…  

Algının, yokluğun, acının…

Bir diğer anlamıyla tanıklık hatta zihnimize çöreklenmiş bir bulanıklık…

Yoksa bir sözcük nasıl anlatır, hangi yolculuğun hangi izini taşıdığımızı…

Hangi hayatın hangi rengiyle buluştuğumuzu…

Ayrıntılar ve karmaşıklığın içinde aradığımız o gerçek hangisi…

Ne konuştuğumuz ya da ne yazdığımız değil, nasıl anlaşıldığımızla kurgulanıyoruz belki…

İçinden çıkamadığımız bir sözcükle, satır aralarına sıkışmış cümleyle…

Ardımızda ne bıraktık böyle, geleceğin imkânsızlığına ne bıraktık

Nasıl okumalı, insanların birbirine yakınmış gibi duran uzaklığını nasıl anlamalı…

Hemen her şeyin bir gölge gibi belirmesini nasıl…

Peki ya ruhumuza dokunan kelimeleri ayıklayan,

Kapımızı aralayan o ışığı nasıl okumalı?

Her düş kendi sözcüğünü yaratır… Kendi adımlarını ve hatta kendi gölgesini

Zihnimizi algıyla boğan düşüncelerin minicik avuçlarımıza konmadığı bir anı düşlemek gibi…  

Sıyrılıp, göğün maviliğine karışan renkli uçurtmalar…

Ve belki olur olmaz parıldayan yıldızlar…

Ancak irkilmiyorum yok, bir kenti hayal etmiyorum, en yakınımızdakileri kuşatan yapaylığı düşünmüyorum…

İnsanların programlanmış tebessümünü asla!

Ama yazık ki, alışkını olduğumuz simetrinin gölgesiyle yaşıyoruz…

Topluma ilişmek de öyle, eve kapanmak da, kurgudan kopamamak da…

Yalnızlık bunun en masum hali… En kendinde olanı…

“İnsan, içinde ne var ne yok ortaya dökmüşse, bir kitabı dolduracak kadar şeyi yani; kimseyle paylaşılamayacak belirli bir yalnızlık içinde demektir…”[i]

Belki kuşlar fısıldamış olabilir veyahut balıklar okumuş

Renkler anlatmış olabilir anlamlandırdığım tüm heceleri…

Öyle ya konuşunca da yalnızlaşıyor insan, susunca da…

Anlaşılsa da…

Ne konuştuğumuz ya da ne yazdığımız değil nasıl anlaşıldığımızla kurgulanıyoruz belki…

İçinden çıkamadığımız bir sözcükle, satır aralına sıkıştığımız düşüncelerle…

Alışkanlığa iliştirişmiş bir ataç, adı konmamış mevsim, 

Makine diline verilen anlam, rakamlara yüklenen bilinç…

Dönüşsüzlük belki, sonuşmazlık…

Öyle ya

Kuşlar fısıldamış olabilir veyahut balıklar okumuş

Renkler anlatmış olabilir anlamlandırdığımız tüm heceleri…

“Konuşmak alışkanlıktan başka neydi ki; sözsüz de anlaşabilirdi insanlar…”[ii] diye yazmış Steinbeck

Şimdi dokunduğumuz her şey çocukluğun ilk adımlarına benzese…

Renkleri farkında olmadan karıştırsa,

Yapaylığı onarır gibi, birlikte yaşadığımız doğayı iyileştirir gibi…

Dokunduğumuz gibi hissetsek, o biçim adlandırsak maviyi…

Yeni bir adımı yoklarmış gibi…

Durgunluğa ritmik bir tınıyla karşılık verir gibi

Zaman kendi hızıyla şakalaşsa, gülümsese, bir anlatıcı olsa, bir şair…

Düşü gerçeğe yaklaştırsa, gerçeği bilince… 

Çocuğun en masum düşleri gibi, yapay tebessümlere aldırmadan…


[i] Yazmak, Marguerite Duras, Çev: Aykut Derman, Can Yayınları

[ii] İnci, John Steinbeck, Çev: Tomris Uyar, Sel Yayıncılık

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER