Canlılığın toplum eliyle örselendiği çağın karmaşasıyla unutuyoruz sanki…
Kurguyla gerçek arasında yaşanan bir belirsizlik hali…
Yazılanlar, çizilenler ve ekrana yansıyanlar…
Günlerin tanımlanmış anlamları, insanları bir amaç etrafında toparlasa da, modern toplum, kadın algısı ve kadına olan bakışı değiştiremedi yazık ki…
En gelişmiş ülkelerde dahi bu ayrımcılığı görmek mümkün.
Ve bu tekrar, her defasında kurgulanmış bir gerekçeyle çıkıyor karşımıza…
Şair, ev hanımı, Akademisyen ya da müzisyen
Bir fabrika işçisi,
Bir anne,
Bir sevgili ya da arkadaş…
Hiç ama hiç fark etmiyor
Zamanı inciten bir gidiş ya da sıklıkla yinelediğimiz bir sözcüğün alışkanlığında kaybolmak gibi…
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar.
Ancak işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi.
1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü önerisi oybirliğiyle kabul edildi…
Oysa eğitim hakkından mahrum 1 milyardan fazla yetişkinin yaklaşık, 2/3’ü kadınken,
1,2 milyar yoksulun %70’ini kadınlar oluşturuyorken,
Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70’i eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülüyorken
Dünyada her 3 kadından 1’i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalırken
ve her 5 kadından 1’i hayatının bir döneminde taciz veya tecavüz kurbanı olurken, bir güne sığmak…
Kadın ve çocuklara şiddette sayısal artışın yanı sıra, şiddetin biçimi de değişti…
Kadınların yarısından fazlası, değil günü yaşamak, yaşadığı şiddeti dahi anlatamıyor…
Ve bunu fısıldayan bir kadın şair, İhsan Raif; yaklaşık yüz sene önce;
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime…” diye sitem ediyordu.
Oysa İhsan Arif gibi, amaçlarından vazgeçmemiş ve gelişime inanmış kadınlar, inadına hayata dokunuyordu hem de usanmadan….
Dünyanın ilk bilgisayar programcısı: Ada Lovelace; Cambridge Üniversitesinde dönemin önemli matematik profesörlerinden Charles Babbage ile matematik ve mantık alanında birçok çalışmaya imza attı…
Kadın doğasını reddeden ve kadını toplumsal yaşamdan dışlamaya çalışan kasveti silmek istercesine;
Bilim uğruna acılar çeken: Madam Curie; bıkıp usanmadan dokunuyordu zamana.
Radyoaktivite alanında yaptığı çalışmalarla atom altı parçacık fiziğine öncülük eden Curie, uranyum elementiyle 20. yüzyıl başında yaptığı deneylerde atom altı parçacıkların artırılmış etkinliğini ilk keşfeden kişi oldu.
HIV’in AIDS hastalığına yol açtığını keşfeden kişi olarak tarihe geçen kişi Fransız bilim kadını Françoise Barre-Sinoussi de bilim tarihinde çığır açan kadınlar arasında yer almaya başlamıştı…
“Kadınlar, yaşıtları erkeklerle karşılaştırıldığında eşdeğer zihinsel yeteneklere sahip. Öte yandan kadınlar doğaları gereği en çetrefil ve çözümü güç görünen sorunların altından başarıyla geliyorlar. Kadınların erkeklerle eşitlenecekleri gün geldiği zaman, dünya geleceğe yeni bir umutla bakabilecek.” Diye ekliyor Françoise Barre-Sinoussi
Çünkü atomun çekirdeğinde, umut aşılayan bir gerçeklik var
Fabrikada
Evde
Sokakta
Yaşamın her alanında
Umuda fısıldayanlar var…
YORUMLAR